Peygamberler Tarihi
Hz. ÂDEM (a.s.) Ýlk insan, ilk peygamber, insanlýðýn babasý. Allah'u Teâlâ Hz. Âdem'i topraktan (turâbtan) yarattý. (Hûd, 11/61; Tâha, 20/55; Nuh, 71/18) Yüce Allah yeryüzünde bir halife yaratacaðýný meleklerine bildirdiði zaman; ilim, irade ve kudret sýfatlarýyla donatacaðý bu varlýðýn yeryüzüne uyum saðlamasý için maddesinin de yeryüzü elementlerinden olmasýný dilemiþtir: "Sizi (aslýnýz Âdem'i) topraktan yaratmýþ olmasý onun ayetlerindendir. Sonra siz (her tarafa) yayýlýr bir beþer oldunuz." (er-Rum, 30/20) Allah'u Teâlâ Hz. Âdem'i yaratýrken maddesi olan topraðý çeþitli hâl ve safhalardan geçirmiþtir: 1- Türâb safhasýndan sonra "Tîn" safhasý: Tîn: Topraðýn su ile karýþýmýdýr ki, buna çamur ve balçýk denilir. Bu safha insan ferdinin ilk teþekkül ettirilmeðe baþlandýðý merhaledir: "O (Allah) her þeyi güzel yaratan ve insaný baþlangýçta çamurdan yaratandýr." (es-Secde, 32/7) Hayat kaidesinin candan sonra iki temel unsuru su ve topraktýr. "Allah her canlýyý sudan yarattý. Ýþte bunlardan kimi karný üzerinde yürüyor, kimi iki ayaðý üstünde yürüyor, kimi de dört ayaðý üzerinde yürüyor. Allah ne dilerse yaratýr. Çünkü Allah her þeye hakkýyla kadirdir. " (en-Nûr, 24/45) "O (Allah) sudan bir beþer (insan) yaratýp da onu soy-sop yapandýr. Rabbin her þeye kadirdir." (el-Furkan, 25/54) Yeryüzünün 3/4'ü su ile kaplýdýr. Ýnsan vücudunun da %75'i sudur. Demek ki dünyadaki bu düzen aynen insana da intikâl ettirilmiþtir. Yine Cenâb-ý Allah Kur'an-ý Kerim'de þöyle buyurur: "Andolsun biz insaný (Âdem'i) çamurdan süzülmüþ bir hülâsadan yarattýk." (el-Mü'minun, 23/12) Ýþte ilk insan, yaratýlýþýnýn mertebelerinde, önce böyle bir çamurdan sýyrýlýp çýkarýlmýþ, sonra hülâsadan (bir soydan) yaratýlmýþtýr. (Elmalýlý Hamdi Yazýr, Hak Dîni Kur'an Dili, V, 3056-3059, 3431-3432) 2- Tîn-i lâzib: Cývýk ve yapýþkan çamur demektir. Topraðýn su ile karýþtýrýlýp çamur olmasýndan sonra, üzerinden geçen merhalelerden birisi de "Tîn-i lâzib" yani yapýþkan ve cývýk çamur safhasýdýr. Cenâb-ý Allah bu süzülmüþ çamuru cývýk ve yapýþkan bir hale getirdi. "Biz onlarý (asýllarý olan Âdem'i) bir cývýk ve yapýþkan çamurdan yarattýk. " (es-Sâffât, 37/I 1) 3- Hame-i Mesnûn: Sonra cývýk ve yapýþkan çamur hame-i mesnûn haline getirildi. Hame-i mesnûn, suretlenmiþ, þekil verilmiþ, deðiþmiþ ve kokmuþ bir haldeki balçýk demektir. "Andolsun, biz insaný kuru bir çamurdan, suretlenmiþ ve deðiþmiþ bir çamurdan yarattýk." (el-Hicr, 15/26-28) Böylece Allahü Teâlâ Âdem (a.s.)'i topraktan yaratmaya baþlýyor. Bunu da su ile karýþtýrarak Tîn-i lâzib yapýyor. Sonra bunu da deðiþikliðe uðratarak kokmuþ ve þekillenmiþ hame (balçýk) haline getiriyor. 4- Salsal: Kuru çamur demektir. Cenâb-ý Allah kokmuþ ve suretlenmiþ çamuru da kurutarak "fahhâr" (kiremit, saksý, çömlek) gibi tamtakýr kuru bir hale getirdi. "O Allah insaný bardak gibi (piþmiþ gibi) kuru çamurdan yaratmýþtýr. " (er-Rahmân, 55/14, ilgili ayet için bk. Hâzin; Elmalýlý Hamdi Yazýr, a.g.e., VIII, 4669) Hz. Âdem'e Ruh Verilmesi Cenâb-ý Allah Hz. Âdem'i yaratýrken, yukarýda anlatýldýðý gibi maddesi olan çamuru, çeþitli mertebelerde deðiþikliðe uðratarak, canýn verilmesi ve ruhun nefhedilmesine müsaid bir hale getirdi. Nihayet þekil ve suretinin tesviyesini ve düzenlemesini tamamlayýnca ona can vermiþ ve ruhundan üflemiþtir: "Rabbin o zaman meleklere demiþti ki: 'Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacaðým. Artýk onu düzenleyerek (hilkatýný) tamamlayýp ona da rûhumdan üfürdüðüm zaman kendisi için derhal (bana) secdeye kapanýn.' Bunun üzerine Ýblis' ten baþka bütün melekler secde etmiþlerdi. O (Ýblis) büyüklük taslamýþ ve kâfirlerden olmuþtu. Allah: 'Ey Ýblis iki elimle (bizzat kudretimle) yarattýðýma secde etmekten seni alýkoyan nedir? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yücelerden mi oldun?' buyurdu. Ýblis dedi: 'Ben ondan hayýrlýyým. Beni ateþten, onu ise çamurdan yarattýn. " (Sâd, 38/71-76. Ayrýca bk. el-A'râf, 7/12; el-Hicr, 15/29; es-Secde, 32/8-9) Cenâb-ý Allah böylece Hz. Âdem'i en mükemmel bir þekilde yarattý. Boyunun uzunluðunun altmýþ "zirâ" olduðu bazý kaynaklarda kaydedilir. (Kurtubî, Tefsir, XX, 45) Yaratýlýþý tamamlandýktan sonra Allahü Teâlâ ona, haydi þu meleklere git, selâm ver ve onlarýn selâmýný nasýl karþýladýklarýný dinle! Çünkü bu, hem senin, hem de zürriyyetinin selâmlaþma örneðidir. Bunun üzerine Hz. Âdem meleklere: "Es-selâmü aleyküm" dedi. Onlar da: "Es-selâmu aleyke ve rahmetullah" diye karþýlýk verdiler, Âdem, insanlarýn büyük atasý olduðu için, Cennet'e giren her kiþi, Âdem'in bu güzel suretinde girecektir. Hz. Âdem'in torunlarý, onun güzelliðinden birer parçasýný kaybetmeye devam etti. Nihayet bu eksiliþ þimdi (Hz. Muhammed zamanýnda) sona erdi. (Buhârî, Sahih, IV, 102, Halk-ý Âdem, 2 Tecrid-i Sarîh Tercümesi, IX, 76, Hadis no: 1367) Hz. Âdem'e isimlerin Öðretilmesi Allah Hz. Âdem'i yarattýktan sonra, dünyaya yerleþip kendilerinden faydalanabilmeleri için ona eþyanýn isimlerini ve özelliklerini öðretti. Ýsimlerin dalâlet ettiði varlýklarý anlama kabiliyeti verdi. "Hani Rabbin bir vakit meleklere: 'Muhakkak ben, yeryüzünde (emirlerimi teblið etmeye ve uygulamaya koyacak) bir halife (bir insan) yaratacaðým' demiþti. (Melekler de): 'Biz seni hamdinle tesbih ve seni ayýplardan, sana ortak koþmaktan ve eksikliklerden tenzih edip dururken orada (yerde) bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse(ler) mi yaratacaksýn?' demiþlerdi. Allah: 'Sizin bilmeyeceðinizi her halde ben bilirim.' demiþti. Allah, Âdem'e bütün isimleri öðretmiþti. Sonra onlarý (onlarýn dalâlet ettikleri âlemleri ve eþyayý) meleklere gösterip 'doðrucular iseniz (her þeyin içyüzünü biliyorsanýz) bunlarý isimleriyle beraber bana haber verin' demiþti. (Melekler) de: "Seni tenzih ederiz, senin bize öðrettiðinden baþka bizim hiçbir bilgimiz yok. Çünkü her þeyi hakkýyla bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan þüphesiz ki sensin, sen demiþlerdi." (el-Bakara, 2/30-32) Bu ayetlerde geçen "halife" vekâlet gibi asaletin karþýtý olarak baþkasýna vekillik etmek, yani az veya çok aslýn yerini tutarak, onu temsil etmek demek olan hilâfet * masdarýndan türemiþ bir sýfattýr. Ýsim olarak kullanýlýr. Aslý "halif"tir. Sonundaki "tâ" harfi mübalâða içindir. Birinin arkasýndan makamýna ve yerine vekâlet eden demektir. Bu niyâbet (vekâlet) ya aslýn geçici olarak makamýndan ayrýlmasý dolayýsýyla verilir veya aslýn acizliðinden dolayý yardým etmesi için verilir. Yahut bunlarýn hiçbiri olmadýðý halde asýl, vekiline sýrf bir þeref bahþederek onu yüceltmek için vekâlet verir. Ýþte Cenâb-ý Allah'ýn arzda evliyasýný istihlâfý bu kâbildendir. (Râgýb el-Ýsfahânî, el-Müfredât fi Garibi'l-Kur'an Ýstanbul 1986, s. 223; Hamdi Yazýr, a.g.e., I, 300) Cenâb-ý Allah: "Yeryüzünde bir halife yaratacaðým ve tayin edeceðim." demiþti ki; kendi irade ve kudret sýfatýmdan ona bazý salâhiyetler vereceðim, o bana izâfeten, bana niyâbeten yarattýklarým üzerinde birtakým tasarruflara sahip olacak, benim namýma ahkâmýmý yeryüzünde yürürlüðe koyup uygulayacaktýr. O, bu hususta asil olmayacak, kendi zatý ve þahsý namýna asýl olarak hükümleri icra edemeyecek ancak benim bir nâibim, kalfam olacak, iradesiyle benim iradelerimi, emirlerimi, kanunlarýmý tatbike memur bulunacak sonra onun arkasýndan gelenler ve ona halef olarak ayný vazifeyi icra edecek olanlar bulunacaktýr. "Verdikleriyle sizi denemek için, yeryüzünün halifeleri kýlan ve kiminki kiminizden derecelerle üstün yapan odur..." (el-En'âm, 165) ayetinin sýrrý zâhir olacaktýr. Bu mana, Ashâb-ý Kirâm ve Tâbiîn'den uzun uzadýya nakledilegelen tefsirlerin özetidir. (Elmalýlý, a.g.e., I, 300) Allahü Teâlâ, Âdem'i yeryüzünde halifesi yapacaðýný meleklerine istiþâre eder gibi teblið etmiþ, Âdem'i yarattýktan sonra ona eþyanýn isimlerini öðretmiþ, eþyanýn bilgisini edinme ve beyan etme kabiliyetini vermiþtir. Meleklerin devamlý olarak tesbih ve takdis vazifesiyle meþgul olmalarý ve nefislerinin olmamasý sebebiyle yeryüzünde halifelik ve imtihan keyfiyetlerine Âdem ve evlâdlarýnýn lâyýk olacaklarýný Âdem ile meleklerini bir imtihandan geçirerek göstermiþtir. Yüce Allah Âdem'i yarattýktan sonra zevcesi Havva*'yý onun eðe veya baþka bir görüþe göre kaburga kemiðinden yarattý. (Kitabü Mecmuatün mine't-Tefâsir içinde Hâzin, II, 3) Ýbn Mes'ûd ve Ýbn Abbâs, "Allah Havva'yý, Âdem'i Cennet'e yerleþtirdikten sonra yaratmýþtýr." demiþlerdir. (en-Nisâ, 4/1; Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, XI, 304) Hz. Âdem'in Cennet'e Yerleþtirilmesi: Yüce Allah Âdem ve eþine þöyle diyerek, Cennet'e yerleþtirdi: "Ve demiþtik ki: "Ey Âdem, sen ve eþin Cennet'te yerleþ, otur. Ondan (Cennet'in yiyeceklerinden) istediðiniz yerden ikiniz de bol bol yiyin. Fakat þu aðaca yaklaþmayýn. Yoksa ikiniz de kendinize zulmedenlerden olursunuz. " (el-Bakara, 2/35; eL-A'râf, 7/19) "Muhakkak bu (Ýblis) sana ve zevcene düþmandýr. Sakýn sizi Cennet'ten çýkarmasýn; sonra zahmet çekersin. Çünkü senin acýkmaman ve çýplak kalmaman ancak burada mümkündür ve sen burada susamazsýn ve güneþte yanmazsýn. " (Tâha 20/1 17-1 19) Hz. Âdem ve eþine yasaklanan bu aðacýn ne olduðu kesin olarak bilinmiyor. Bu aðacýn buðday veya üzüm veyahut da incir olduðu hakkýnda rivayetler vardýr. Biz bu aðacýn ne olduðunu bilemeyiz. Çünkü yüce Allah bu aðacýn ismini bize bildirmemiþtir. Cenâb-ý Hakk Cennet'te Âdem'e büyük bir hürriyet vermekle beraber yine de buna bir sýnýr koymuþtur. Bu sýnýrý aþtýklarý takdirde, kendilerine zulüm edeceklerdir. Cennet'e bu yasak aðaç, yenilmek için deðil, insanýn hayatýný disipline etmek ve bir sýnýrlama ve kulluk için konulmuþtur. Bununla beraber biz "Dünyayý sevmek, her bir günahýn baþýdýr" hadîsinde bu yasak aðacý tayin eden bir dalâlet buluyoruz. Demek Hz. Âdem o zaman dünya sýnýrlarýna yaklaþmamak emri almýþ ve bundan bir müddet fýtratýnýn gereði olarak yememiþtir. (Elmalýlý Hamdi Yazýr, a.g.e., I, 323-324). Daha önce Ýblis* Hz. Âdem'in üstünlüðünü çekemeyerek Allah'ýn emrine karþý gelmiþ, Âdem'e secde etmeyip, saygý göstermemiþ ve Cennet'ten kovulmuþtu. O zaman þeytan'ýn Hz. Âdem ve evlâtlarýna musallat olup azdýrma imkâný kaldýrýlmamýþtý. Hatta, Ýblis'e onlarý günah iþlemeye teþvik etme gücü verilmiþti. (Bk. el-A'râf, 7/12-18; el-Hicr, 15/32-42) Çünkü Âdem'in þeref ve üstünlüðü, nefsine ve þeytana uymamakla gerçekleþecekti. Kendilerine verilen akýl ve irade sebebiyle Âdem ve soyu, imtihandan geçecekler, sýnanmalarý için de peygamberler gönderilecekti. Vesvese vererek insanlarý azdýrma kabiliyetine sahip olan þeytan, ne yaptýysa yaptý, bir yolunu bularak Cennet'e girebildi. "Derken þeytan, onlardan gizli býrakýlmýþ o çirkin yerlerini (avret mahallerini) kendilerine açýklayýp göstermek için ikisine de vesvese* verdi ve 'Rabbiniz size bu aðacý baþka bir þey için deðil, ancak iki melek olacaðýnýz yahut ölümden kurtulup ebedi olarak kalýcýlardan bulunacaðýnýz için yasak etti' dedi. Bir de onlara, 'Ben sizin iyiliðinizi isteyenlerdenim' diye yemin etti. Ýþte bu þekilde ikisini de aldatarak o aðaçtan yemeye tevessül ettirdi. Aðacýn meyvesini tattýklarý anda ise, o çirkin yerleri kendilerine açýlýverdi ve üzerlerine Cennet yapraðýndan üst üste yamayýp örtmeye baþladýlar. Rableri de "Ben size bu aðacý yasak etmedim mi? Þeytan size apaçýk bir düþmandýr, demedim mi? diye nida etti." (el-A'râf 7/20-22) "Bundan sonra Âdem, Rabbinden (vahiy yoluyla) kelimeler belleyip aldý ve þöyle diyerek Allah'a yalvardýlar: Ey Rabbimiz kendimize yazýk ettik. Eðer bizi baðýþlamaz ve bizi esirgemezsen herhalde en büyük zarara uðrayanlardan olacaðýz, dediler." (el-A'râf, 7/23) "Sonra Rabbi onu seçti (peygamber yaptý) da tevbesini kabul buyurdu ve ona doðru yolu gösterdi. Allah þöyle dedi: 'Dünyada birbirinize düþman olmak üzere her ikiniz de oradan (Cennet'ten) ininiz. Artýk benden size bir hidayet (kitap) geldiði zaman, kim benim hidayetime uyarsa, iþte o sapýklýða düþmez ve bedbaht olmaz (ahirette zahmet çekmez). " (Tâha, 20/122-123) Böylece Hz. Âdem ve Havva ve nesillerinin yeryüzünde yerleþip kalmalarý ve burada üreyip geçinmeleri, imtihan edilmeleri takdir edildi ve gerçekleþtirildi. (el-Bakara, 2/3638; el-A'raf, 7/24) Buhârî, Müslim, Ebu Dâvûd, Neseî ve Tirmizî'nin rivayet ettikleri bir hadîsinde Hz. Peygamber (s.a.s.) þöyle buyurdu: "Âdem (a.s.) ile Musa (a.s.)'ýn ruhlarý Rableri nezdinde münakaþa ettiler ve Âdem (a.s.), Musa (a.s.)'ý delil getirerek maðlûp etti. Musa (a.s.) dedi ki: "Sen Allah'ýn eliyle (kudretiyle) yarattýðý ve ruhundan üflediði ve melekleri senin için secde ettirdiði ve Cennet'ine yerleþtirdiði Âdem'sin. Sonra da sen iþlediðin suç sebebiyle insanlarý yeryüzüne indirdin. 'dedi. Bunun üzerine Âdem (a.s.) 'Sen Allah'ýn peygamberliðine ve konuþmasýna seçtiði ve içinde her þeyin açýklamasý bulunan (Tevrat) levhalarýný verdiði ve münacât edici olarak kendisine yaklaþtýrdýðý Musa'sýn. Benim yaratýlmamdan kaç sene önce Tevrat'ý yazdýðýný gördün?' dedi Musa (a.s.), 'Kýrk sene önce' diye cevap verdi. Âdem, 'þu halde içinde 've Âdem Rabbi'ne isyan etti de...' meâlindeki ayeti gördün mü?' dedi. Musa (a.s.) 'Evet, gördüm' dedi. Âdem (a.s.) 'Allah'ýn beni yaratmasýndan kýrk sene önce iþleyeceðimi yazdýðý iþi iþlemem üzerine beni nasýl azarlarsýn' dedi. Resulullah (s.a.s.) neticede "Âdem hüccet* ile Musa'yý maðlûp etti" buyurdu. (et-Tâc, I, Hadis no: 40) Bundan sonra gelecek hidayet rehberlerine (peygamberlere), iman ederek uyup baðlanacaklar için, korkup üzülecekleri bir þeyin olmadýðý ve bunlarýn Cennet'e girecekleri bildirildi. Ýnkâr edip kötülük yapanlarýn Cehennem'e girecekleri anlatýldý. (el-Bakara, 2/38-39, 82) Âlimler, Hz. Âdem ve eþinin iskân edildiði (yerleþtirildiði) Cennet hakkýnda görüþ ayrýlýklarýna düþmüþlerdir. Cennet, lügat açýsýndan bað, bahçe, bahçelik ve baðlýk yer manasýna gelir. Acaba Hz. Âdem'in iskân edildiði bu Cennet, yeryüzünün baðlýlýk, bahçelik ve aðaçlýk köþelerinden bir köþe midir? Yoksa dünyadan ayrý ahirette müminlere va'd edilen Cennet midir? Kur'an-ý Kerim'de buna dair açýk ve kesin bir bilgi verilmemiþtir. Ýslâm âlimlerinin çoðunluðuna göre Hz. Âdem'in eþiyle yerleþtirildiði ve içinde yasak aðacýn bulunduðu Cennet, ahirette müminlere ve iyilik yapanlara va'd edilen, darü's-sevab (mükâfat yurdu) olan Cennet'tir. Çünkü: a) "Cenâb-ý Allah dedi ki: Kiminiz kiminize (nesilleriniz birbirlerine yahut müminlerle þeytan birbirlerine) düþman olarak inin. Arz'da sizin için bir zamana kadar yerleþip kalmak ve geçinmek vardýr. Orada (yeryüzünde) yaþayacaksýnýz, orada öleceksiniz, yine oradan diriltilip çýkarýlacaksýnýz." (el-A'râf, 7/24-25; Ayrýca bk. el-Bakara, 2/36) Bu ayetlerde Hubût (inmek) tabiri ve inilecek yer de arz (yeryüzü) olarak zikredilmiþtir. Ýlk yerleþme noktasý yeryüzü dýþýnda bir yer olmalýdýr ki, buradan yeryüzüne iniþ söz konusu edilebilsin. Eðer Hz. Âdem ve Havva'nýn yerleþtikleri yer arzdaki bir bahçe olsaydý "hubût"tan, iniþten söz etmek mümkün olmazdý. b) Tâhâ suresi 118-119'uncu âyetlerde Hz. Âdem'in yerleþtiði Cennet'in anlatýlan vasýflarý, yani acýkmamak, susamamak, çýplak kalmamak, güneþte yanmamak, sevap ve mükâfat yurdu olarak mü'minlere va'd edilen cennet'e aid niteliklerdir. Bu vasýfta olan bir cennet (bahçe) dünyada yoktur. Öyle ise Hz. Âdem'in iskân edildiði Cennet, ahirette müminlere va'dedilen Cennet'tir. c) Bu "Cennet" lâfzýnýn baþýndaki elif lâm (lâm-ý ta'rîf) umûm (istiðrak) için deðil, ahid içindir. Bu elif lâm, umûm ifâde ederse Cennetlerin hepsi manasýna gelir. Hâlbuki Hz. Âdem'in bütün Cennetlere (bahçelere) yerleþmesi imkânsýzdýr. Öyle ise bu Cennet'in manasýný müslümanlar arasýnda bilinen ve dârü's-sevâb (mükâfat yurdu) olan Cennet'e hamletmek gereklidir. (Âlûsî, Rûhu'l-Meânî, I, 233; Razý, Mefâtîhu'l-Gayb, I, 455; Talat Koçyiðit, Ýsmail Cerrahoðlu, Kur'an-ý Kerim Meâl ve Tefsiri, s. 95 vd.) d) Yine bazý haberlere göre: Allah meleklerinden birisine dünyanýn her yerinden topraklar getirterek Hz. Âdem'i Cennet'te yaratmýþtýr. (Ýbn Kesîr, Tefsirü'l-Kur'an'i'l-Azîm, I, 132.) Hz. Âdem ile Hz. Musa'nýn ruhlarýnýn çekiþtiðini bildiren hadîs (bunun meâlini yukarýda verdik) de bu Cennet'in sevab yurdu olan Cennet olduðunu açýklar. Ebu'l-Kasým el-Belhî ve Ebû Müslim el-Ýsfahânî de "Hz. Âdem'in yerleþtiði Cennet, bahçe manasýna olup bu dünyadadýr" derler. Bu zatlar ayette geçen "ihbitû" kelimesine de "giriniz, gidiniz, konunuz" gibi manalar veriyorlar. " Ýhbitû mýsran = Bir þehre ininiz, yerleþiniz (el-Bakara, 2/61) gibi. Bu zatlar Hz. Âdem'in yerleþtiði Cennet'in bu dünyada olduðuna dair þu þekilde delil getiriyorlar: 1) Eðer Hz. Âdem'in yerleþtiði bu Cennet, sevap ve mükâfat yurdu olan Cennet olsaydý, elbette ebedî kalýnacak Cennet olurdu. Hz. Âdem de ebedî kalýnacak Cennet'te olduðunu bilir ve þeytan da onu "Rabbiniz size bu aðacý, melek olmanýz için, yahud ölümden kurtularak ebedî kalýcýlardan olacaðýnýz için yasak etti." (el-A'râf, 7/20) diyerek aldatamazdý. 2) Yüce Allah'ýn "Onlar (Cennet'te olanlar) oradan çýkarýlacaklar da deðildir." (el-Hicr, 15/48) sözünün dalâletiyle Cennet'e giren bir daha oradan çýkmaz. 3) Ýblis, Hz. Âdem için secde etmekten kaçýnarak kibirlendiðinden Allah'ýn gazâb ve lânetine uðramýþ ve kâfir olmuþtur. Böyle olan bir kimse Cennet'e giremez. 4) Ahirette müminlere va'd edilen Cennet teklif ve imtihan yeri olmayýp müminlerin içinde serbestçe dolaþacaklarý ve bütün nimetlerinden diledikleri gibi faydalanacaklarý bir yerdir. Halbuki burada eþiyle beraber Hz. Âdem'e bir aðacýn meyvesi yasaklanmýþtýr. 5) Allahü Teâlâ "Yeryüzünde bir halife yaratacaðým..." (el-Bakara, 2/30) diye belirttiði için Hz. Âdem'i Arz'da yarattý. Kur'an'da onu göðe (Cennet'e) naklettiðini zikretmedi. Onu dünyadan semaya nakletmesi, nimetlerin en büyüðünden olduðu için zikredilmeye daha layýk olurdu. Kur'an-ý Kerim'de böyle önemli bir olayý doðrulayacak kesin ve açýk bir ifade yoktur. Öyle ise Hz. Âdem ve eþinin iskân edildiði bu Cennet, içinde ebedi kalýnacak Cennet'ten baþka bir Cennet'tir. (Râzî, Mefâtîhu'lGayb, I, 454) Hz. Âdem'in oturduðu Cennet'in mükâfat yurdu olan Cennet olmasý veya bundan baþkasý olmasý mümkündür. Çünkü bu konudaki nakli deliller zayýf ve Kur'an'da buna dair kesin bir delil yoktur. Bunu Allah'tan baþka kimse bilemediðine göre, þu Cennet'tir veya bu Cennet'tir diye kestirip atmamak veya bu konuda tevakkuf etmek lâzýmdýr. Nitekim selefi salihîn ve bunlara tâbi olan birçok müfessirler böyle yapmýþlardýr. (Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, 1, s. 455) Fakat biz burada hemen þunu kaydedelim: Hz. Âdem ve eþinin iskân edildiði Cennet'in mükâfat yurdu olan Cennet olduðuna dair deliller daha kuvvetlidir. Ayrýca Cennet'e girince çýkýlamayacaðý meselesi duruma göre deðiþir. Misafir olarak girmekle mûkîm olarak girmek ayný deðildir. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.s.) mi'rac gecesi Cennet'e girmiþ ve çýkmýþtýr. Hz. Âdem'in Cennet'ten yeryüzüne iniþinin mahiyeti bizce meçhuldür. Hz. Âdem'in Peygamberliði Hz. Âdem ilk insan olduðu gibi ayný zamanda ilk peygamber*dir. Hz. Âdem yeryüzüne indirildikten sonra, Cenâb-ý Allah insan nesillerinin hepsini onunla eþi Havva'dan türetmiþtir. Allahü Teâlâ bu hakikati Nisâ sûresinin birinci ayetinde þu þekilde dile getiriyor: "Ey insanlar! Sizi tek bir candan (Adem'den) yaratan, ondan da yine onun zevcesini (Havva'yý) yaratan ve ikisinden pek çok erkekler ve kadýnlar türetip yayan Rabbinize karþý gelmekten sakýnýn... " (en-Nisâ, 4/2) Bir hadîs-i þerîflerinde Hz. Peygamber (s.a.s.) þöyle buyuruyor: "Allah'u Teâlâ Âdem'i (a.s.) yeryüzünün her tarafýndan avuçladýðý bir avuç topraktan yarattý. Bunun için Ademoðullarý kendilerinde bulunan toprak miktarýna göre, kimi kýrmýzý, kimi beyaz kimi siyah, kimi bunlarýn arasýnda bir renkte; (tabiat bakýmýndan da) kimi yumuþak, kimi sert, bazýlarý kötü, bazýlarý da iyi olarak geldiler." (Tirmizî, Tefsir, 3). Bu hadisi Tirmizî sahih bir senetle rivayet etmiþtir. Allah, insaný nefsinin þehvet ve þeytanýn vesveselerine maruz kalacak þekilde yaratmýþ, ona bunlara karþý koyacak akýl, hayýr ve þerri birbirinden ayýrt edecek vicdan (kalb gözü) vermiþtir. Cenâb-ý Allah böylece insaný bu dünyada imtihan alanýna koyduðu için, hikmet ve rahmetinin gereði olmak üzere hayýr, fazilet, þer ve rezalet yollarýný gösterecek, hak ile batýlý öðretecek, hayýr ve kemâl yollarýna irþad edecek peygamberler göndermiþtir. Cenâb-ý Hakk peygamberler göndermekle, insanýn tabiatýna ve halîfeliðine uygun imtihan þartlarýný tamamlamýþtýr. Neticede insan bu dünyada yaptýklarýnýn hesabýný öldükten sonra diriltilince verecek, imanlý olup iyilik ve sevap terazileri aðýr gelenler Cennet'e girecektir. Bunlarý kendilerine öðretip ikaz etmek için peygamberlere ihtiyaç vardýr. Ýlk insanlara peygamber olmaya en lâyýk olan zat, Allahü Teâlâ'nýn doðrudan doðruya vasýtasýz konuþtuðu atalarý Hz. Âdem'di. Hz. Âdem'in peygamberliði kendisine emir ve nehiy olunduðuna dalâlet eden Kur'an ayetleri ile sabittir. Çünkü onun zamanýnda baþka bir peygamber yoktu. Bu duruma göre kendisine gelen o emir ve nehiyler, vahiy vasýtasýyla olup baþka bir vasýta ile deðildir. Kur'an'da geçen Hz. Âdem'in iki oðlunun Allah'a kurban takdim etmeleri, ikisinden birinin kurbanýnýn kabul olunduðunun bildirilmesi (el-Mâide, 5/27) Hz. Âdem'e vahiy ile bildirilmiþtir. Kur'an'da Hz. Âdem'in peygamberliðe seçildiðinin anlatýlmasý için "Istafâ" (Âli Ýmrân, 3/33) kelimesi ile "Ýctebâ" (Tâhâ, 20/122) kelimeleri kullanýlýyor. Kur'an'da diðer peygamberler için de ýstýfâ' ve ictibâ' kelimelerinden müþtak kelimeler kullanýlýyor. (el-A'râf, 7/144; el-Bakara, 2/130; el-Hac, 22/75; Sâd, 38/47; en-Nahl, 16/121; Âli Ýmrân, 3/79; Yusuf, 12/6; el-En'âm, 6/87; eþ-Þûrâ, 42/13; el-Kalem, 68/50) Öyle ise Hz. Âdem de peygamberdir. Hz. Âdem'in peygamber olduðunu açýkça bildiren hadisler de vardýr. Ebu Ümame (ö. 81/700) rivayet ediyor "Ebu Zerr (ö. 32/652) Peygamberimize 'Ya Nebiyallah, peygamberlerden ilk peygamber kimdir?' diye sorduðunda, Peygamberimiz (s.a.s.): "Âdem'dir." dedi. Ebu Zerr, "Ya Rasûlullah o, Nebî oldu mu?" diye sorunca Hz. Peygamber (s.a.s.), "Evet o mükellem bir Nebî(Allah'ýn kendisiyle vasýtasýz konuþtuðu peygamber) idi." dedi." (Ahmed b. Hanbel, V, 265) Diðer bir hadîste de Kýyamet gününde, diðer Nebiler gibi Hz. Âdem'in de bir peygamber olarak, Hz. Resulullah'ýn sancaðý altýnda bulunacaðý haber verilmiþtir. (Tirmizî, II, 202) Hz. Âdem'in peygamberliði hususunda bütün müslümanlar ittifak etmiþlerdir. (Teftâzânî, Þerhu'l-Akâid, s. 62; Devvânî, Celâl, s. 71; Aliyyü'lKârî, Þerhu'l-Fýkhý'l-Ekber, 101) Hz. Âdem'in evlâdlarý onun irþâdý* ile Allah'a iman etmiþ, zamanlarýndaki maddî ve manevî ihtiyaçlarýný temin eden ahkâmý ondan öðrenmiþlerdir. Ebû Ýdris el-Havlânî'nin, Ebû Zerr'den rivayet ettiði bir hadîste Hz. Peygamber (s.a.s.) Hz. Âdem'e on sahifelik bir kitap indirildiðini söylemiþtir. (Abdurrahman Hubneke'l-Meydânî, el-Akidetü'lÝslamiyye ve Usûsuhâ, II, 260) Ýnsanlarýn dinden ayrýlarak ihtilâf etmeleri, hak dinin izini kaybederek batýl itikatlara saplanmalarý sonradan çeþitli sebeplerle meydana gelen kötü bir durumdur. Böylece beþeriyetin baþlangýcýnýn bir vahþet devri olmadýðý anlaþýlýr. Hz. Âdem'den sonra yeryüzünün çeþitli bölgelerine daðýlan insanlar doðru yoldan ayrýlmýþlardýr. Allah, onlara zaman zaman peygamberler göndermiþtir. Þu ayet bu hakikati ifade eder: "Ýnsanlar (ilk önce) bir ümmetti (onlar ihtilâf ettiler). Allah da müjde verici ve azabýnýn habercileri olarak peygamberler gönderdi..." (el-Bakara, 2/213) Yukarýda gördüðümüz gibi Yüce Allah, ilk insan Hz. Âdem'i bizzat doðrudan doðruya çeþitli safhalardan geçirerek yaratmýþtýr. Darwinist olan tekâmülcülerin iddia ettiði gibi, insan maddenin kendiliðinden geliþerek tek hücreli canlý olmasý ve bunun da geliþerek çeþitli hayvanlar ve maymunlar oluþmasý ve maymunlarýn da insana dönüþmesi yoluyla meydana gelmemiþtir. Uydurma ve yakýþtýrmadan ibaret olan bu nazariyenin doðruluðuna, deney ve gözlemlerde ve delîl olarak kabul ettikleri materyal fosillerinde, en ufak bir ipucu bile yoktur. Bunun aksini isbat edecek fosil ve deliller pek çoktur. Mendel ve Pastör kanunlarý gibi. Tekâmül nazariyesi bilim ve akýl nazarýnda muhaldir. Þöyle ki: Madde ve enerjide "emtropi" vardýr: Gözlenen bütün tabii sistemlerde düzensizliðe doðru, yani daðýlýp saçýlmaya doðru bir eðilim vardýr. Bu gerçek, hem mikro ve hem de makro seviyelerde olmak üzere geçerlidir. Madde parçacýklarý daðýlýp saçýlýr gider. Enerji de akýllý birisi tarafýndan plânlý ve düzenli olarak kapalý duvarlar arasýnda ve borular içerisinde kontrol altýna alýnmazsa daðýlýr gider. Dýþarýdan gelen güneþ enerjisi de, bunu alýp kullanacak çok muazzam bir makina sistemi yoksa boþlukta daðýlýr. Bu bir fizik kanunudur. Aklý baþýnda olan bir âlim bu kanuna karþý gelecek cesareti gösteremez. Madde âtýldýr (eylemsizdir) kendiliðinden bir gücü yoktur (fizikteki atâlet prensibi). Allah'tan baþka hiçbir þeyin kendiliðinden hiçbir gücü, düzen ve nizâmý yoktur (ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh). Akýllý ve þuurlu birisi tarafýndan plânlý düzenli bir makina sistemiyle kontrol edilmeyen enerji de her þeyi daðýtýr, yakar ve yýkar. Meselâ nükleer bir santralda kontrol altýna alýnamayan bir atom enerjisi her þeyi yakar ve yýkar, daðýtýr ve boþlukta daðýlýr gider. Öyle ise basit bir otomobilin bir yapýcý mühendisi olmadan demir yýðýnlarý arasýndan güneþ enerjisi veya herhangi bir enerji ile meydana gelmesi imkânsýzdýr. Deney ve gözlem ve akýl bunu kabul etmez. En basit bir canlýnýn organizmasýnýn (cesedinin) yanýnda, mükemmel bir otomobil veya en ileri seviyede yapýlmýþ bir elektronik beyin, çocuk oyuncaðý gibi kalýr. Bir elektronik beyin bozulduðu vakit kendi kendisini tamir edemez, kendi mislini ve benzerini, maddelerini dýþarýdan toplayarak yapamaz. Çünkü âtýldýr ve þuuru yoktur. Bunlar akýllý birisinin yapacaðý hesap ve plân iþidir. Akýlsýz ve cansýz madde kendiliðinden bir makina veya bir elektronik beyini yapamayýnca, ya bunlarýn yapýcýsý olan insaný nasýl yaratabilir? Ýnsanýn yaptýðý en mükemmel bir elektronik beyin, insan tarafýndan tamir edilip kontrol edilmezse, kendisini tekamül ettirmek þöyle dursun madde yýðýnlarý arasýnda daðýlýp gider. Bir eser müessirinden (yaratýcýsýndan) üstün olamaz. Bir eserde yapýcýsýnda bulunmayan vasýflar bulunamaz. Netice sebebinden üstün olamaz. Taþ sebep olursa, parçacýklarý taþýn eseri (neticesi) olur. Maddede can yoktur; insanî ruh ve bunun özellikleri olan þuur ve akýl hiç yoktur: vicdan ve bunun özellikleri olan sevgi, nefret ve üzüntü de yoktur. Bir maddenin, pek çok mükemmel makina sistemi olan bir canlýnýn vücudunu meydana getirmesi ve ona kendisinde hiç bulunmayan caný, hele akýl, irade ve vicdanýn kaynaðý olan ruhu vermesi ne kadar muhal ve imkânsýzdýr. Can enerji deðildir. Can, canlýnýn duymasýný ve gayeli hareket etmesini saðlayan, vücudunu tamir etme, kendisini koruma ve neslini devam ettirme vazifesini üstlenen manevî bir cevherdir. Bir canlý sisteminin meydana gelebilmesi için mutlaka þu þartlar gereklidir: 1- Sistemin geliþigüzel deðil, enerji ve besinleri dönüþtürecek mükemmel mekanizmasý ve makina sistemi olmalýdýr. 2- Otomobilin çalýþmasý için nasýl petrol lâzýmsa, bunun da kullanýlabileceði bir enerji kaynaðý yani besinler bulunmalýdýr. Canlýlarýn besinleri, bitki ve hayvan organizmalarýdýr. 3- Bu enerjinin dönüþüm mekanizmalarýný idare edip devam ettirmek ve çoðaltmak için bir kontrolcü bulunmalýdýr. Çünkü Termodinamiðin ikinci kanunu olarak ifade edilen ve kâinatta geçerli kanuna göre sistemlerin düzensizliðe doðru tabii bir kaymalarý vardýr. Otomobilde bu kontrolcü þoför, elektronik beyinde kontrol mühendisidir. Otomobilin þoförü veya elektronik beyinin kontrolcüsü ölmüþse bunlar kendi kendilerine gayeli ve düzenli çalýþamazlar. Kendilerinin benzerlerini meydana getiremezler ve kendilerini tamir edemezler. Az bir zaman sonra çürür, daðýlýr ve saçýlýp giderler. Canlýlarýn mekanizma ve makinalarýnýn kontrolcü ve idarecisi candýr. Canlýnýn caný çýkmýþsa, bunca muazzam zekâsýna raðmen insan dahi ona caný veremez. 4- Canlý bir sistemin mutlaka akýllý ve âlim bir yaratýcýsý olmalýdýr. O da Allah'týr. Otomobilin yapýcýsý akýllý bir insandýr. Öyle ise canlýlarýn organizmalarýný, o akýllara durgunluk verecek çok muazzam makina sistemlerini, oksijen, hidrojen (yani su), fosfor, kükürt, azot, karbon, kalsiyumdan yaratan ve bunlara caný veren Allah'týr. Ýnsanla hayvan arasýnda mahiyet farký vardýr. Ýnsanlarda akýl, irade ve vicdan vardýr. Hayvanlarda bunlar yoktur. Bunlarýn kaynaðý da Allah'ýn insana verdiði ruhtur. Bu insanî ruh hayvanda yoktur. Buna göre tekâmül nazariyesi (Darwinizm)* muhaldir (imkânsýzdýr). Darwinizme inananlarýn, insanýn maddeden kendiliðinden tekâmül ederek meydana geliþini "Akýllarý mý emrediyor, yoksa bunlar azgýn kimseler midir?" (et-Tûr, 52/32) |