Bilgi | Paylaşım | Eylence | Tr-o9Bilgi

İstiklal Marşı

Aralarına Mehmet Âkif'in de Burdur Mebusu olarak bulunduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920'de Ankara'da açıldı. Bu esnada Yunan ordusu da 15 Mayıs 1920'de İzmir'i işgal etmiş, ardından da Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başlamıştı. Meclis, hiç vakit kaybetmeden aralarından seçtikleri Halk aydınlatma kurulu üyelerini Anadolu'ya gönderdi. Bunlar, halkı Milli Mücadele konusunda aydınlatmakla görevlendirilmişlerdi. Zira Anadolu'daki bozguncu faaliyetlerin önlenmesi ve düşmana karşı direnişin öneminin anlatılması en acil mesele durumundaydı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilen ve Anadolu'ya giderek halkı Milli Mücadelenin amaçları konusunda aydınlatmakla görevli bulunan İrşad Encümeni üyelerinin halkla ve bilhassa cephede askerlerle yaptıkları görüşmelerde bir Milli bir marşa duyulan ihtiyaç ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine meclisin bir oturumunda marş konusu gündeme geldi. İsmet İnönü ve diğer konuşmacılar bu ihtiyacı dile getirdiler. Böyle bir marş hem cephedeki askerin moralini yükseltecek hem de yeni kurulacak Türk devletini temsil edecek bir marş olacaktı. Ayrıca böyle bir marşa yabancı devletlerle olan ilişkilerde ve resmi törenlerde de ihtiyaç söz konusuydu.
Bu arzu çeşitli görüşmelerde dile getirilirken İrşad encümenininden bir grup İsmet paşa ile görüşerek cephede marş konusunu görüştüler. Bu görüşmenin bir sonucu olarak İsmet Paşa, bir gün Maarif Vekili Dr. Ziya Nur Bey'i ziyaret ederek bir marş yazılmasını teklif etti.
Bu teklif üzerine mesele, icra vekilleri toplantısında ele alındı. Görüşmeler sonucunda bir Milli marşın yazılması ve bestelenmesi konusunda fikir birliğine varıldı. Maarif vekâletinin bu işi üstlenmesine karar verildi. Ayrıca Büyük Millet Meclisinde güfteleri inceleyecek bir komisyon kuruldu. Milli Eğitim Bakanlığınca konu ile ilgili bir genelge yayımlandı.
Bu ilan üzerine kısa denilebilecek bir zaman içerisinde memleketin dört bir yanından vekalete şiirler gelmeye başladı. Süre bitmiş, yarışmaya 724 eser katılmıştı. İçlerinde kıymet taşıyanlar olmakla birlikte hiç biri aranan özellikleri tam olarak taşımıyordu. En önemlisi de yarışmaya katılanlar arasında Âkif'in olmamasıydı. Çünkü böyle bir marşı yazmak hem onun hakkıydı hem de en güzel o yazabilirdi. Zira başından beri Milli Mücadelenin içerisinde yer almış dolayısıyla böyle bir marşı yazabilmek için gerekli olan Milli ve İslami ruha, edebi güce en iyi o sahip bulunuyordu.
Böyle bir şiirin Âkif tarafından yazılabileceğini hemen herkes bilmekteydi. Aynı kanaati Hamdullah Suphi ve Mustafa Kemal de paylaşıyordu. Bu şiiri Âkif'ten başkası yazamazdı. Şimdilik bilmedikleri şey ise Âkif'in bu müsabakaya neden katılmadığı idi. Fakat Âkif, para ödülü sebebiyle bu yarışmaya katılmamıştı. Bu konuda kendisini sıkıştıranlara verdiği cevap ise tam ona göreydi: “Milletimin kurtuluş müjdesini verecek, imanını terennüm edecek bir eseri parayla yazacak karakterde bir adam değilim.” Daha sonra ödül konusu onun istediği şekle dönüştürüldü. Şayet kazanırsa bu parayı almayacaktı.
Âkif, bu kararın ardından Taceddin dergahındaki odasına kapandı ve yazmaya koyuldu. Kimi zaman Mecliste herkes müzakerelerle meşgulken, kimi zaman evde, sokakta, camide vs. mısralar bir bir Âkif'in gönlünden kağıtlara dökülmeye başlandı. Şiir, zaten Âkif'in gönlünde ve beyninde hazırdı. 1910'lardan beri İstiklal Marşı'nı hatırlatan mısralar, beyitler, kıtalar yazmıştı. Dolayısıyla iş sadece Âkif'in gönlündekilerin kağıda dökülmesine ve kimi mısralarını yazdığı marşın tümüyle ortaya çıkıp yazmasına kalmıştı. Ve bu marş iki gecede yani 48 saatlik bir sürede tamamlandı. 7 Şubat 1921'de arkadaşlarından birisi vasıtasıyla Maarif Vekaletine imzasız olarak teslim edildi. Fakat müsabaka heyeti Âkif'in şiirini tanımakta gecikmedi.
Öte yandan ise ilk önce 17 Şubat 1921 tarihli Sebil'ürreşad ve Hakimiyet-i Milliye gazetesinde “Kahraman Ordumuza” ithaf edilerek basıldı. Ardından 21 Şubat 1921'de Kastamonu'da çıkan Açıksöz gazetesinde yayımlandı. Marşın yazıldığından İstanbul'daki yurtseverlerin de haberi oldu. Şiirin yayımlandığı Açıksöz gazetesini bir şekilde elde eden Muallim Ahmet Halit, işgal altındaki İstanbul'da gizlice neşrederek halka dağıttı.
Milli Eğitim bakanlığına gönderilen şiirler arasından seçilen yedi şiir meclise getirildi.
Âkif'in şiiri finale kalan bu yedi şiir arasındaydı. Meclis başkanlığı bakanlığın konuyla ilgili tezkiresini meclisin 26 Şubat 1921 tarihli oturumunda gündeme alarak görüşmeye başladı. Balıkesir milletvekili ve Âkif'in yakın arkadaşı Hasan Basri Bey'le Maarif vekili Hamdullah Suphi Bey'in İstiklal Marşı'yla ilgili önergeyi meclise verdiler. Yapılan görüşmelerden sonra 12 Mart 1921 tarihli oturumu da gerçekleşti.
Meclis, nihayet aradığı marşı bulmuştu. Âkif ise vadedilen 500 lirayı almadı. Oysa o günlerde büyük bir maddi sıkıntı içerisinde idi. Bu paranın Dar'ül mesai (iş evi) denilen ve Maüslüman kadın ve çocuklara iş öğretmek maksadıyla kurulan hayır derneğine bağışlandığı belirtilmektedir. Kimileri ise bu paranın Sarıkışla hastanesindeki gazilere hibe edildiğini söylemektedir. Âkif, vadedilen mükafatı almadığı gibi bu müstesna şiirini “ O şiir artık benim değildir. O, milletimin malıdır. Benim milletime karşı en kıymetli hediyem budur.”diyerek Safahat'ına almamış ve milletine armağan
etmiştir.

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır  rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!



 
https://img.webme.com/pic/t/tr-o9bilgi/bck_skulls.jpg

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol